Türkiye, Cumhuriyet’in ikinci yüzyılına gireli bir buçuk yıl geride kaldı bile. 6 Şubat depremlerinin yıkımı altında 2023 Mayıs’ında Cumhurbaşkanlığı ve genel seçimler, ardından 2024 Mart’ında yerel seçimler yapıldı. En genel hatlarıyla söylersek ilkinde iktidar, diğerinde muhalefet ‘kazandı’. Ardından ‘normalleşme’, kayyım atamaları ve ekim ayında ‘terörsüz Türkiye’ girişimi geldi. 27 Şubat 2025’te “Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ile söylemde somutlaşan süreci İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne (İBB) yönelik 19 Mart gözaltı ve tutuklamaları ile buna karşı gelişen direniş izledi. Her iki ‘süreç’ de devam ediyor:
İlki, iktidarın ‘terörsüz Türkiye’ için feshin ardına silah bırakılmasını, silah bırakacakların ise buna uygun düzenlemelerin yapılması ve demokratik bir ortamın sağlanması beklentisiyle ‘devam ediyor’.
19 Mart süreci ise -şimdilik- İBB’de 5. dalgaya ulaşmış, özel tasarım görüntülerle süslenmiş hukuksuzluklar ve antidemokratik uygulamalarla, ana muhalefet ya da nam-ı diğer Türkiye’nin en büyük birinci partisinin Kongre’sinin iptali/kayyım atanması ihtimali gölgesinde sürüyor.
‘Ek’ yapalım: Ülkede ciddi bir enflasyon, ekonomik kriz ve yoksulluğun yaşandığı genel kabul görüyor. Vatandaş hemen hemen bütün anketlerde en önde gelen sorun olarak 60-70 gibi bir yüzdeyle, açık ara ekonomi/hayat pahalılığını işaretliyor. Bunu işsizlik ve adalet takip ediyor. Sağlık ise; Kürt sorunu ile aynı, yüzde 1’le sağlık dokuz ve Kürt sorunu onuncu sırayı paylaşıyor.
Dünya Trumplı Amerika ile ve genel olarak otoriter yönetimlerin işbaşında olduğu, insan haklarının çoook gerilere düştüğü, Ortadoğu’da ise İsrail’in başı çektiği emperyal amaçlara hizmet edecek dizayn müdahaleleriyle bir fotoğraf veriyor. Son olarak, İsrail-İran savaşı ile ‘yeni’ bir Ortadoğu sürecinde olduğumuzu da söylememiş olmayalım.
Sağlıkta hâl ve gidiş nedir derseniz, Türkiye’de piyasacı sağlık politikası uygulamalarının ‘yenidoğan skandalı’nda olduğu gibi herkesçe gerçek yüzünün görünür olduğu (ya da ‘biz’ öyle sanıyoruz) örneklerle obezite taraması gibi içi boş reklam faaliyetleri arasında, sağlık turizminin ‘kurtaracağı’ umuduyla, özellikle genç hekimlerin umudunu yitirdiği, tıpta uzmanlık alanı tercih öncelikleri üzerine ‘karamsar’ yorumların yapıldığı, hizmetin ana gövdesinin acil-hep acil yürütüldüğü ve şiddetin sıradanlaştığı ortamda kâr elde edilen bir sektör olarak ‘sürdürülüyor’.
En genel hatlarıyla hatırlatmaya çalıştığım yakın geçmiş ve bugün içerisinde yazının konusuna, TTB’ye odaklanalım.
*****
2024 Haziran sonunda TTB’nin seçimli Büyük Kongresi (BK) yapıldı.
2024 TTB seçimli Büyük Kongresi’nin hemen hatırlanacak -ki hiç unutulmamalı- bir ‘farklılığı’ oldu: İlk kez mevcut iktidarın izlediği politikalara (sağlık başta olmak üzere) muhalif olanlar seçimi (sonuç olarak mevcut iktidarı/anlayışını destekleyenlere) kaybetme riskini çok somut bir tehlike olarak yaşadılar.
Neden? Rivayet muhtelif. Nedenini sorgulamak ve tekrarlamaması için gereğini yapmak önemli. Ama bu yazı ‘neden?’e ilişkin -kısa değinmeler dışında- kapsamlı bir değerlendirmeyi hedeflemiyor (İsteyenler için bianet’te geçen yıl çıkan yazım bir başlangıç olarak okunabilir: Oda seçimleri için deneyimlerden ders çıkarmak (mümkün mü?).
76. Büyük Kongre’de ne olmuştu?
-BK’ye üç liste (1) ve iki ‘pozisyonla’ girilmiş, seçimde ise iki pozisyon ve iki liste yarışmıştı. Pozisyondan kastım mevcut iktidarın uyguladığı özelde sağlık ve genel olarak politik hatta/anlayışa karşı tutum (2).
-Listelerden biri olan Tabip Odaları İnisiyatifi (TOİ) bugünleri ‘o gün de bilen’/öngören (3) bir kavrayışın sonucu olarak TTB içerisinde grupları aşan bir geniş zemini ve iradeyi hâkim kılmak için 15 Mayıs 2024’te 35 tabip odasına Çağrı yapmıştı. Bugün bu Çağrı’nın yerindeliği ve günümüzün ihtiyacına da karşılık geldiği görülmektedir.
-TOİ, tabip odası seçimlerini takiben ‘sürece’ müdahil olan bir irade oldu: Gerekçelerden biri TTB seçimlerinin, özlüce söylersek iktidara/destekleyenlere kaybedilmemesiydi. Devamla, TTB’de seçilen listeye oy veren hekim kitlesi ile -dahi- bağların yıllar içerisinde zayıfladığı ve hatta koptuğu, iç iklimin ve hukukun yıllar içerisinde giderek artan tahribi ve yönetimdeki grupla TTB’yi eşitleyen, demokratik örgütsel işleyişte mesafenin açılmasıyla seyreden gidişe dur demekti (4). Müdahilliğin ana iddiası ‘olumsuz gidişe dur’ demenin yanı sıra TTB iç ortamını ve (yanı sıra iç hukukunu) yeniden hep birlikte tesis ederek meslek örgütünün demokratik ve kitleselliğinin ‘bize bağlı’ tıkanan kanallarını açacak zemini, iklimi yeniden hep birlikte kurmak, bir mecra sunmak olarak özetlenebilir.
76. BK’den bugüne, 1 yıl boyunca ne oldu?
-Geçmiş bir yılın en önemli ve kritik başarısı -herkesin çabasıyla- TTB seçimlerinin kaybedilmemiş olmasıdır. Aslında 2024 Haziran’daki, özel olarak 29 Haziran’da BK’nin ilk günündeki durumun vahameti düşünüldüğünde bunun sağlanmış olmasında TOİ’nin sürece çok önemli bir katkısı olmuştur. Bir başka ifadeyle TOİ müdahilliği olmasaydı bugün -çok büyük olasılıkla- iktidar güdümünde bir TTB yönetimi işbaşında olacaktı. Bu yanıyla seçilen Merkez Konsey’in görevi de TTB seçimlerinin bittiği an sona ermiştir, diyebiliriz. Bundan ötesi büyük ölçüde TTB’yi bu hâle getiren sürecin/’getirenlerin’ (ki herkesin üstlendiği sorumluluk kadar payı vardır) yapacakları değerlendirme ve takiben izleyecekleri çizgiye, tutum ve davranışlara bağlıydı, hâlen de öyle!
-Açık yazmak gerekirse seçilen TTB MK’nin yapması gereken var olana ek/yeni ‘zarar/lar vermemek’ ve mümkünse olumlu bir iklim için uğraşmaktı. Ne yazık ki bu mümkün ol(a)madı. Mevcut MK geçen bir yıl içerisinde TTB’ye zarar da verdi. ‘Atlatılan’/yaşanan sıkıntının boyutunu ve gerçek nedenlerini çözümle(ye)meyen MK içerisindeki çoğunluk ve ait oldukları ‘grup aklı’ süreci okuyamadığı gibi TTB içerisinde hemen her düzeyde bir ‘statükoyu’ koruma/‘iktidarı’ kaybetmeme, ‘iktidar’ olma kaygısına yöneldi. Oysa bu çabanın hiç kimse için bir şansı ve ‘kazanma’ olasılığı yoktu, olamazdı da…
-Bütün olumsuzluklara rağmen bütünlüğü koruma ve tabip odalarının hemen tamamı için zemin oluşturma çabaları ile hekim kamuoyunun ilgili kesiminin yeniden TTB’ye yüzünü dönmesi açısından umut olabilecek ‘görünürlük’ sağlandığı da azımsanmayacak bir olumluluk olarak söylenebilir.
Bundan sonra ne/ler yapılabilir?
Gazze’de yaptığı/yapmakta olduğu soykırıma varan katliamların üzerine İsrail’in, İran’a saldırısıyla başlayan savaşın herkes için savaş karşıtı tutumu -bir kez daha- gündeme getirdiği açık.
Bunu saklı tutarak devam edersek, 2025 Haziran itibariyle TTB’nin önünde layıkıyla yapması gereken ‘rutin’ görevlerinin ötesinde yoğunlaşması gereken üç alan/’iş’ görünüyor:
‘Başka bir sağlık sistemi mümkün’ programı ve bunun doğal uzantısı olarak ‘Başka bir Türkiye mümkün’ başlıklarında somut adımlar belirleyerek takvimli bir yürüyüşü sürdürmek. Bunları yapabilmek için de ‘çatışmalı/enerjisini bir diğerine tüketen’ anlamsız ve gereksiz TTB içi ‘iktidar odakları’ için çabalamak yerine iç hukukunu dayanışma ve üretme iklimini sağlamaya hizmete edecek şekilde olabildiğince oturtmak ve yürüyüşü engellemeyecek bir dinginliği tesis etmek/ ‘kurmak’.
Bu süreçte ‘Başka bir Türkiye mümkün’ başlığının önemini bilmek ama ‘cazibesine’ ve kuvvetli çekimine kapılmamak, bir başka ifadeyle doğal olarak öne çıkan ülke gündemini ‘esas’ alarak bizden yani TTB’den başka kimsenin üzerine vazife olmayan işleri terk etmemek önemli. Bilinmeli ki ikisi arasında bir öncelik-sonralık ilişkisi yok ama bizden başka kimsenin üzerine vazife olmayan işlerimizi savsaklamak, layıkıyla yerine getir(e)memek, ülke gündemi nedeniyle es geçmek tam tersine ülke gündemine istenen güçlü katkıyı vermemize engel; elbette gücümüzü savunduğumuz değerlerle birlikte hekimlerden alıyorsak. O nedenle sadece bizim üzerimize vazife olan işlere daha da sıkı sarılmak gerekli.
Ülke gündeminde ana ‘görev’’/hat belli: demokratik-laik, barış içerisinde, yüzünü halka dönen bağımsız, eşitlikçi ve özgürlükçü bir cumhuriyet için demokratik bir zeminin tesisi. Bu amaçla mevcut hak-hukuk tanımayan otoriter iktidarın bu tutumunu terk etmesi için kapsayıcılık gösteren söylemle olabilen en geniş eylemli zeminde yer almak.
TTB’nin barıştan yana tutumu, ülke ve dünya ölçeğinde barış özlemi ve çabaları biliniyor. Ne yazık ki otokratik bir iktidarın demokratikleşme konusundaki ayak diremesi aşılması gereken ilk adım olarak öne çıkıyor. ‘Güncel süreç’ atmosferinde yine güncel dille söylersek günümüz Türkiye’sinde Kürt’lerin taleplerinin silahla sağlanamayacağının kabulü, silah bırakmanın ve silahlı Kürt örgütlenmesinin feshinin demokratikleşmeye imkân sunacağı çok açık.
Bu anlamda mevcut hukukun insan haklarına saygılı bir şekilde uygulanması için baskı gücü olmak, buna çaba harcamak en doğru ve sonuç alıcı adım olarak öne çıkıyor. Somutlamak gerekirse mevcut hukuk içerisinde hiçbir ek düzenlemeye gerek olmaksızın (cezaevlerindeki tutuklu ve hükümlüler, kayyımlar, hasta mahkumlar gibi) yapılması gerekenlerin hayat geçirilmesini talep etmek ve nihayetinde bunlar sağlanmadan bir başka gündemin bizleri esir alması/oyalamasına karşı olmak. Bu, TTB’nin de bulunduğu yerden sorumluluk üstlenmesi gereken ve arzu edilen pozitif barışa katkı sunacak tutum. Tekrarlamakta yarar var: Bu konuda inandırıcı olmak için TTB’nin ‘önce’ kendi içinde hukukunu oturtması ve deyim yerindeyse ‘barış dilini’ ve iklimini tesis etmesi gerekir, beklenir (4). Bunu yap(a)mayan bir TTB’nin kendisine ve hekimlere hekimliğin doğası gereği diyerek ‘daha büyük ölçekli görevler’ tanımlaması kulağa hoş gelebilir ama ciddiye alınmaz.
Yazının başında işaret edildiği gibi halkın öncelikli gündemleri arasında açık ara enflasyon/ekonomik kriz ve yoksulluk yer alıyorsa TTB ‘başka bir sağlık-başka bir Türkiye mümkün’ programının ruhu ve diliyle somut adımlarında bu gerçeği bildiğini ve hissettiğini de göstermelidir. Hekimlerin bir emekçi olarak haklarının savunulmasının yanı sıra çocukların sağlıklı beslenmesinden asgari ücret ve emekli ücretleri başta olmak üzere bir talepler manzumesine ‘sağlıklı bir toplum’ kavrayışıyla öncelikleri arasında hemen daima yer vermelidir. Bu yer verişin sağlık alanında somut adımlarından birisi sağlık hizmetlerinin kamu tarafından ve başta katkı-katılım payı olmak üzere ücretsiz sunulması ile özel sağlık sektörüne aktarılan kaynaklara son verilmesinden geçmektedir. TTB bütün bu taleplerin ortak keseni olarak önümüzdeki dönemde (‘eski’ ama geçerliliğini yitirmemiş, aksine artarak ihtiyaç olan) bir sloganını yeniden öne çıkarmalıdır: Sağlık için nüfus cüzdanı yeterlidir!
Bu sloganı ete kemiğe büründürmek her zamankinden daha fazla ihtiyaçtır.
(1) (Etkin Demokratik Türk Tabipleri Birliği/EDTTB, Çağdaş Türk Hekimleri Birliği/ÇTHB ve Tabip Odaları İnisiyatifi/TOİ)
(2) ÇTHB içinde yer alan/birlikte davranan kimi kişi ya da tabip odalarının bu pozisyonda olmadıklarını ifade etmelerini önemsiyorum, yanılmış olmak herkesi mutlu eder, diye düşünüyorum. 2025 Haziran itibariyle içinden geçmekte olduğumuz günler her türlü hukuksuzluğu yapan -dün de yaşanıyordu- ve yapacağını gösteren bir iktidarın tutumlarına karşı en geniş sözlü ve eylemli birlikteliğin her yerde ve her düzeyde kurulmasını gerektiriyor.
(3) 19 Mart’la başlayan süreçte çok kitlesel, yaygın ve çeşitlilik/farklılık içeren kesimler kendilerini ifade eden, kimi zaman bir diğerinin katılmayacağı sloganlarla sokakta yer aldı. Farklılıklarına rağmen, gözlemlediğim kadarıyla herkesin katıldığı, ortak olarak söylediği üç slogan vardı:
-Kurtuluş yok tek başına, ya hep beraber ya hiçbirimiz,
-Birleşe birleşe kazanacağız,
-Hak, hukuk, adalet.
Bu üç slogan dönemin ruhunu yansıttığı gibi ihtiyacı da tanımlamak açısından yol gösterici diye düşünüyorum.
(4) Bu durum daha önce TTB’de ‘hegemonya yitimi’ olarak da tarif edilmişti. Hegemonya ile kastedilen TTB yönetiminin çekip çevirmesine gönüllü ve iradi olarak gösterilen ‘rıza’ idi. Hegemonya yitimi Yönetimlerin çekip çevirme konusundaki ‘özensizlikleri’ ya da aynı zeminde ortak yaşantının iyi yönetil(e)memesi diye de tarif edilebilir. Çözümün kısa vadede çok da kolay olmadığı ve iç hukuk diye sadece yazılı belgelerin yeterli ol(a)mayacağı da açık.
(EB/RT)