Zamanımızın en önemli sorunlarından biri sağlıklı yaşama hastalığı. Onu, yaşlanmayı geciktirme ve ölümü mümkün olduğunca öteleme izliyor. Bunların bütünü, bir statü sahibi olmayı sağlıyor.
Sağlıklı yaşam pazarındaki son gelişmelerden biri de “bodyoid teknolojisi.” Bir tür organ kuluçkası olan bu teknolojide, insan gibi düşünmeyen, duygudan ve histen yoksun fakat organları çalıştıran bir model söz konusu. Yani yedek bedenden ve yedek parçalardan oluşan bir “varlık” bu. İlk bakışta organ nakli bekleyen hastalar için umut olacağı söylenen bu teknolojik atılımla ilgili hem bilimsel hem de ahlaki tartışmalar söz konusu: Sağlıklı yaşam, genç kalma ve ölümsüzlük endüstrisi tarafından tüketim malzemesi hâline getirilme riski, tartışmaların merkezinde yer alıyor.
Bodyoid teknolojisi ve benzerlerine ilişkin gelişmelerin ve tartışmaların temelinde, insan bedeninin makine, organlarının ise bu makinenin parçaları gibi görülmesi yatıyor.
İnsan ve hayvan bedeninin bir makine, organlarının ise bu makineyi sağlıklı işletecek birer parça olarak görülmesi ya da algılanması René Descartes’ın başımıza açtığı dertlerden biri. Daha doğrusu bunun teorisini kâğıda döken veya söz konusu bakış açısının ayakları üstünde durmasını sağlayan düşünür o. Fakat “suçu” Descartes’a atmak biraz kolaycılık olur; zira Antik Mısır’dan bu yana benzer bir yaklaşımla karşılaşıyoruz. Özellikle henüz tıp ve felsefe birbirinden tam manasıyla ayrılmamışken ya da hekimlerin doktor olmadığı zamanlarda, bedeni makineye benzetenlere rastlıyoruz. Organ naklinin tarihi söz konusu olduğunda mesele biraz daha karmaşık, ilginç ve dramatik bir hâl alabiliyor.
Kültür tarihçisi Paul Craddock, kaleme aldığı Yedek Parça’da bedenin makineye benzetilmesiyle beraber, on altıncı yüzyıldan itibaren hız kazanan organ nakli ameliyatlarına odaklanıyor. Ömrü uzatılmak istenen insanın, çeşitli hastalıkların tedavisi ve vücudunun korunması için gerçekleştirilen nakillerin hikâyesini anlatıyor yazar.
‘Yedek parça üreticileri’
Craddock, “bir insanın içinde başka bir insanın hayat pınarının akışının” öyküsü ve tarihiyle buluşturuyor bizi Yedek Parça’da. Bunlar içinde ilginç olduğu kadar hazin hikâyeler de var; yazar konuya girerken şöyle diyor: “Vücudun ‘parçalardan’ oluştuğu fikri takılacak her parçanın uyumlu çalışabileceği fikrini doğurdu ve on sekizinci yüzyılda bu fikir ilk nakil amaçlı vücut parçası piyasasının ortaya çıkışına neden oldu. Tüketim kültürü ivme kazanınca diş hekimleri diş avına çıktı, cesetlerden diş söktü, savaş alanlarından yüklü miktarda ölü dişi (‘Waterloo Dişleri’) satın aldı. Hatta yoksul çocukları kandırarak dişlerini söktüler ve bunları doğrudan zenginlere taktılar. On dokuzuncu yüzyıla gelindiğinde diş naklini mümkün kıldığı düşünülen fizyolojik mekanizma, başarılı kan naklinin -bu sefer iki insan arasında- gerçekleştirileceğine dair umutları canlandırmıştı. Organ nakli, Naiplik Dönemi’nin karanlık yıllarında ilk kez net ve görünür bir amaç buldu kendine: Bundan böyle organ nakilleri (çoğunlukla) insan hayatını kurtarmak için yapılacaktı.”
Rönesans’la birlikte insanın kim olduğuna dair sorular yeniden dillendirilirken beden yeniden incelenmeye başlamıştı. Bu merak, pek çok bilimsel gelişmeyle beraber, hem derinin hem de organların nakliyle ilgili araştırmaları tetiklemişti. 1500’lerin sonu, 1600’lerin başı bu anlamda bir sıçrama dönemiydi. Craddock’un başlangıç çizgisini çektiği bu zaman diliminde hastalıklar, kavgalar, savaşlar ve kişinin ruh hâlinin bozukluğu nedeniyle kaybedilen ya da zarar gören (bugünlerde “hasar alan” demeyi tercih eden doktorların sayısı hızla artıyor) organları, nakil yoluyla değiştirme teknikleri çeşitleniyor. Organ eksikliğinin bir lanet sayılmasının da bunda etkili olduğunu hatırlatıyor yazar.
Çeşitli hastalıkların tedavisi için derinin ve organların yanı sıra kan nakilleri de yapılıyor. Craddock, özellikle bunun ciddi hastalıklara yol açtığını ve daha kapsamlı tedaviler gerektirdiğini anımsatıyor. Makine gibi çalıştığı düşünülen bedenin, teklemesi durumunda yedek parçalarla yeniden işler hâle getirilme cerrahisi de denebilir bunların tümüne. Kısacası mekanik çağın, insan bedenine bakışı ve tedavileri de etkilediğini anımsatıyor yazar.
Kan ve organ nakilleriyle yenilenen beden sayesinde, kendisini yepyeni hisseden insanla karşılaşıyoruz.
On yedinci yüzyıldan on sekizinci yüzyıla geçerken mesele, tıbbi olmaktan çıkıp ticari bir hâl de alıyor; nakil için kullanılan beden parçalarına fiyat biçilmeye başlandığı gibi tedarik için sömürge ülkeler ve düşük gelir grubundan insanlar tercih ediliyor. Daha doğrusu onlar, birer “yedek parça üreticisi” gibi görülüyor.
Alt sınıftan üst sınıfa giden organlar
Craddock, on sekizinci yüzyıldaki organ nakil cerrahisini ahlaki bakımdan en düşük seviye olarak niteliyor. Yoksul kesimin çocuklarından ve “keşif” (yani yağma) için gidilen ülkelerdeki kişilerden “tedarik edilen” sağlam dişlerin, Avrupalı “üst sınıfların” çürük dişleriyle değiştirilmesi buna bir örnek. Papazlar, mücevheratçılar, peruk imalatçıları ve daha pek çok “uzman”, bu dönemde diş çekip nakil gerçekleştiriyor. Yine iki önemli gelişme, hem diş hem de başka organ nakillerine yön verirken konuya bakış açısının değişiminde rol oynuyor: “Batı dünyası iki önemli dönüşümün eşiğindeydi. Biri bilim ve tıpta yaşanacak devrimdi; bu devrim insanları vücut parçalarının değiştirilebileceğine ve insanların aynı malzemeden yapıldığına ikna edecekti. İkinci dönüşüm bunun tam tersini vaat ediyordu: Kişisel kimlik fikri insanları birey olduklarına ikna edecek, insanlar bireyselliklerini sergilemek ve ortaya koymak isteyeceklerdi. Bu iki büyük dönüşüm Sanayi Devrimi ile ona refakat eden tüketim devriminde tamamlanacaktı. Saygın biliminsanları elverişli bir ameliyat olduğunu belirterek diş naklini destekleyecekti ve toplumda sağlıklı, beyaz dişler için bir talep, bu dişlerden vazgeçecek kadar çaresizlerin oluşturduğu bir kaynak gelişecekti.”
Aynı dönemde insanın makine olduğunu savunanlar ile olmadığını söyleyenler arasındaki sert tartışmalara atıflar yapıyor Craddock. Dolayısıyla beden-makine, organ-parça kavgası da alevleniyor: “Mekanizm ile vitalizm genelde birbirine zıt olarak tanıtılsa da bazı mekanistler ile vitalistler çok önemli bir noktada, vücudun maddi, dünyaya ait bir şey olduğu konusunda fikir birliği içindedir. Vücudu hiçbir türden ruha ihtiyacı olmayan, parçaların kombinasyonundan ibaret gören mekanistin böyle düşünmesi garibimize gitmez. Ama vitalistler çoğunlukla ruh fikrine sımsıkı sarılmıştı. Yeni ‘sinirci’ vitalizm ise ruhu bedene bağlamış, onu bedenin içinde atan maddi bir şey hâline getirmişti. (…) Bilimin vücut bölümlerinin değiştirilebilir olduğunu ileri sürmesi, sınıf sisteminin genişlemesi ve güzel dişlerin güzel bir vücudun önemli bir parçası olduğuna dair anlayışın yaygınlaşmaya başlaması, nakil ameliyatında yaşanacak patlamanın zeminini hazırlamıştı.”
Ölümsüzlüğü yakalama arzusu
Hayatî organların (örneğin böbreklerin, karaciğerin, kalbin) naklindeki atılım içinse on dokuzuncu yüzyıldan yirminci yüzyıla geçilmesi gerektiğini hatırlatıyor Craddock. Arayışların ve deneylerin sistematikleştiği bu zaman diliminde sağlıklı yaşama ve şifa bulmanın ötesine geçmeye çalışanlar ortaya çıkıyor. Bunların fantastik çabası ise ölümsüzlüğü yakalamak. Söz konusu arzular, bilimsel araştırmaların seviyesini yükseltirken beden ve organ ticareti dal budak salıyor.
Craddock, organ nakli tarihinin kişilerin benzersizliğini korumakla ve kendilerine yeni bir kimlik edinmekle ilgili fikirler eşliğinde yazıldığını söylüyor. Vücudu makine ve organları da değiştirilebilecek birer parça gibi görme yaklaşımı da nakil cerrahisindeki gelişmeleri hızlandırıyor. Hâl böyleyken hayatî bir soru karşımızda duruyor: “Büyük çaplı değişikliklerin kültürel etkileri konusunda ne yapacağız?” İnsanın kimliğinin kaybolma riskini dikkate alarak yanıtlanması gereken bir soru bu. Yazar bu noktada bir mim koyuyor: “Bir zamanlar cinsiyet sınırlarının dışına çıkılması doğal karşılanmıyordu; hermafroditlere canavar gözüyle bakılıyordu. Ne bitki ne hayvan olan bir varlık ilk anda bir iğrenme duygusu yaratsa da gelecekte organ nakilleri daha da geliştiğinde o kadim bitki-hayvan sınıflandırmasının hayata dair miadı dolmuş bir anlayış haline geleceğini de söyleyebilir miyiz pekâlâ? Organ nakli cerrahisinin geçmişi -ve geleceği- yalnızca kim olduğumuz değil, aynı zamanda ne olduğumuz ve ileride nasıl bir şeye dönüşeceğimize dair, bunlar gibi ısrarlı sorularla iç içedir.”
Craddock, Yedek Parça’yı işte bu gelişmeler, soru ve sorunlar etrafında, organ naklinin tıbbi ve kültürel tarihi olarak kaleme almış. Dünden bugüne gelen ve geleceğe aktarılacak mevcut problemlere dikkat çekmiş. (AB/TY)
Yedek Parça, Paul Craddock, Çeviren: Gürol Koca, Yapı Kredi Yayınları, 264 s.
.