Şefkat maskesi altında bir kalenin hikâyesi

Türkiye’de “2025 Aile Yılı” logosu sessizce yayıldı bile. Resmî evraklarda, belediye afişlerinde, sosyal medyada… Her yerde karşımıza çıkıyor: Kırmızı-beyaz bir zemin, yukarı doğru açık iki el, avuçların içinde özenle çizilmiş bir aile —anne, baba, üç çocuk. En tepede de hilâl ve yıldız…

Böyle bir sembol, ilk bakışta insanda belirli duygulara seslenmeyi amaçlar: Güvende olma isteği, yakınlık hissi, birinin seni her şeye karşı koruyacağına dair iç rahatlatan bir vaat… Ama siyasette kullanılan imgeler sadece gösterdikleriyle değil, sakladıklarıyla da konuşur. Bu görselin çizdiği aile tarifi aslında çok dar: Evli, heteroseksüel bir çift; onaylanmış sınırlar içinde çocuk yapan çekirdek bir aile. Peki geri kalanlar nerede? Eşcinsel çiftler, bekâr ebeveynler, geniş akrabalık bağları, arkadaşlardan kurulu seçilmiş aileler, çocuk yapmadan hayatı paylaşanlar… Bunların görünmemesi tesadüf değildir. Bu tür bir imge, o kalıba sığmayan tüm başka yaşam ve sevme biçimlerini sessizce yok sayar, hatta zamanla baskılar ve şiddete maruz bırakır.

Yumuşak bir dokunuş gibi başlıyor

Bu tür imgelerin gücü, en başta çok masum görünmelerinden gelir. Herkes güvende hissetmek ister. Herkes sevdiklerinin zarar görmemesini ister. Açık iki el figürü, bunu simgeliyor gibi durur: Devlet kucak açıyor, aileyi bağrına basıyor. Ama biraz dikkatli bakınca fark ediliyor ki bu kucak, herkese açık değil. O ellerin tuttuğu şey belli: Evli, heteroseksüel bir çift ve çocukları. Mesaj ise çok net: Aile kutsaldır, korunmalıdır. Kim karşı çıkabilir ki?
Ama işte tam burada durup sormak gerekiyor: Gerçekten neyi, kimi koruyoruz? Ve bu “koruma” vaadi kimin zararına işliyor?

O avuçların içine sığmayanlar nerede? Bekâr anneler, büyükanneler, kuzenler, birlikte yaşayan arkadaşlar… Peki ya eşcinsel çiftler, çocuklu ya da çocuksuz kuir aileler? Bu toplumsal gerçekliği yaşayan milyonlarca insan, o sembolün dışına atılıyor. Bilinçli biçimde toplumsal görünürlükten siliniyor.

Görünenle gizlenen arasında

Görselin alt metni aslında basit: Bu ülkede korunmaya değer aile, tam olarak budur. Geri kalanlar ya eksik sayılır ya da açıkça makbul değildir. Böylece o yumuşacık eller, bir anda görünmez bir duvara dönüşür. İçerisiyle dışarısı çizilir. İyi yurttaş içeride, uygunsuz olan dışarıda kalır.

Mesele sadece sembol de değil. Bu logo, bir politikanın habercisi. “Aile Yılı” denildiğinde sadece güzel sözlerden bahsedilmiyor. Bu, devlet kaynaklarının nereye aktarılacağını, kimlerin vergi indirimlerinden yararlanacağını, hangi yaşam biçimlerinin teşvik edileceğini de gösterir. O ellerin sıcaklığı, aslında kimlerin gözden çıkarılabileceğini gizler. Bunu yaparken de, tam o gözden çıkarılanlar, kutsal aileye zarar veren unsurlar olarak belirlenir.

Dünya çapında aynı söz, aynı resim

Belki de en çarpıcısı şu: Bu sadece Türkiye’ye ve bugüne özgü bir durum değil. Polonya’dan Macaristan’a, Rusya’dan Brezilya’ya, Uganda’dan ABD’ye kadar sağ popülist ve dini muhafazakâr hareketler, neredeyse birebir aynı sembolleri kullanıyor. Üstelik aralarında doğrudan bağlar da kuruluyor.

Polonya’da LGBTİ+ karşıtı “Yasaklı Bölgeler” ilân edilirken kullanılan afişlerde, kalplerin ya da kalkanların içine alınmış çekirdek aile figürleri var. Kim içeri girebilir, kim giremez açıkça belli ediliyor. Macaristan’da Viktor Orbán hükümeti, gülümseyen çok çocuklu aile posterleriyle anayasal düzenlemeler yaptı; örneğin, eşcinsel çiftlerin evlat edinmesini engelledi. Rusya’da Ortodoks Kilisesi ile Kremlin’in kol kola yürüttüğü “Kutsal Aile” ikonografisi, Batı’dan gelen kuir kimlikleri “ahlâki çöküş” olarak gösteriyor.

Brezilya’da, Evanjelik kiliseler gökkuşağı bayraklarını çocukları tehdit eden bir hayalet gibi resmederek cinsellik eğitiminin yasaklanmasını sağladı. Uganda ve Nijerya’da ABD’den gelen Evanjelik gruplar, “aileyi koru” argümanını kullanarak en sert LGBTİ+ yasalarının çıkmasına ön ayak oldu. ABD’de ise yıllardır “Aile Değerleri” adı altında, beyaz çitli evler ve gülümseyen çekirdek aile fotoğraflarıyla kürtaj karşıtı, trans karşıtı kampanyalar yürütülüyor.

Propaganda nasıl yürüyor?

Küresel çapta aileyi koruma adı altında uygulanan bu siyasi propaganda arasındaki benzerlikler tesadüf değil. Dünyanın dört bir yanındaki aşırı sağcı ve dini muhafazakâr çevreler yıllardır ortak çalışıyor. World Congress of Families gibi organizasyonlar, Rus Ortodoks figürleri, ABD’li Evanjelik liderleri, Doğu Avrupa’daki siyasetçileri ve Afrika’daki iktidarları bir araya getiriyor. Adeta bir kılavuz gibi işliyor: “Aile” söylemi nerede ve nasıl kullanılacak, hangi görsel nasıl sunulacak, hangi yasa tasarısı hangi argümanla savunulacak…

ABD merkezli Alliance Defending Freedom gibi kuruluşlar, bu propagandayı desteklemek için dünya çapında davalar açıyor. CitizenGo gibi platformlar, internette imza kampanyalarını, “aile tehlikede” temalı görselleri anında diğer ülkelere uyarlayıp yayıyor. Bu yüzden bu imgeler, sınır tanımadan dolaşıma giriyor. Görünüşte yerli ve milli değerler olarak aktarılan bu korumacı söylemler, küresel ağlarla şekilleniyor, örgütleniyor ve yayılıyor.

Peki bu imgeler ne yapıyor?

Bu imgeler öncelikle dışlamayı normalleştiriyor. Sadece belirli aile biçimleri “kabul edilebilir” gösterilir. Eşcinsel çiftler, çocuksuz evlilikler, seçilmiş aileler görünmez kalır. Ardından bu model, ulus kimliğiyle birleştirilir: Bu aileyi korumak, ülkeyi korumakla eşdeğer ilân edilir. Bu, farklı olana yönelen baskının meşru görünmesini ve eş zamanlı olarak, makbul kimliğin kim olduğunu imlemeyi sağlar.

Üstelik bu söylemin topluma faturası ağırdır: LGBTİ+ aileler ve bireyler yasal korumalarını ve eşit yurttaşlık haklarını kaybeder. Tek ebeveynler, devlet desteğinden mahrum kalır. Gençler, cinsellik ya da cinsiyet kimliği hakkında doğru bilgiye ulaşamaz hale gelir. Translar, kurumsal, ekonomik ve sosyal açılardan daha çok baskıya ve şiddete uğrar.

“Kutsal” aile bir sınır çizgisi haline geliyor

Bu yüzden “2025 Aile Yılı” logosu masum bir sembol değil. O avuçlar, şefkatten çok bir sınır çizgisi. Kim içeride kalacak, kim dışarıda… Logo tam da bunu söylüyor: Eğer bu kalıba sığmıyorsan, devletin şefkatinden yararlanamazsın. Aksine, onun hışmına uğrarsın.

Ama başka bir yol var. Aile, sabit bir model olmak zorunda değil. Hepimiz biliyoruz ki gerçek hayat, çizilen bu kusursuz aile resmine sığmaz. Akrabalık sadece kan bağıyla olmaz; dayanışmayla, ortak mücadeleyle, sevgiyle kurulur. Bakım bir ödül değil, bir haktır. Gerçek koruma, kapalı kapılarla değil, dayanışmayla büyür.

Bugün aşırı sağ sermaye-siyaset ve iş ortakları, “tek tip aile” propagandasını sınırların ötesine yayabiliyorsa, biz de farklı aile biçimlerini, seçilmiş akrabalıkları, koşulsuz bakımı, sınırsız aidiyeti birlikte savunabiliriz. Bunun için önce bu imgelerin neyi gizlediğini görmek, sonra da kendi hikâyelerimizi anlatmak gerekir.

Bu logoyu gördüğünüzde…

Bir gün açık ellerin ortasında gülümseyen çekirdek bir aile gördüğünüzde şunu hatırlayın: O resimde kim yok? Orada kimin hakkı saklanıyor? Kimin hayatı tehlikeye atılıyor? Ve o şefkat maskesinin ardında kim kazanıyor?

Koruma, bir kaleye dönüşüyorsa, artık şefkatli değildir. Aile bir sınır çizgisine dönüşüyorsa, orası artık ev değildir.

Daha fazla okumak isteyenlere

Bu küresel ağı anlamak için Elżbieta Korolczuk & Agnieszka Graff’ın Popülist Dönemde Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Siyaset (Anti-Gender Politics in the Populist Moment) kitabı, David Paternotte & Roman Kuhar’ın Avrupa’da Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Kampanyalar (Anti-Gender Campaigns in Europe) derlemesi, Melinda Cooper’ın Aile Değerleri (Family Values) çalışması ya da Sara Ahmed’in Duyguların Kültürel Politikası mutlaka bakılması gereken kaynaklardan. (APB/TY)

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir