Almanya’da boks branşında muvaffak olmuş sporcu Johann Wilhelm Trollmann aslında Rukeli adıyla tanınan Sinti boyundan bir Roman’dı.
Çocukluğundan itibaren başarı basamaklarını hızla tırmanmış ve 15 yaşında Güney Almanya şampiyonu olmuştu. Tam Amsterdam’daki Olimpiyat Oyunları’na doğru yola çıkacakken o zamanın aşağılayıcı ifadesiyle bir “çingene”nin Almanya’yı temsil edemeyeceğine karar verilmiş ve önü kesilmişti.
Bunun üzerine “Ben yapacağımı bilirim!” deyip yoluna aynen devam etmiş ve Almanya’da rakiplerini tek tek yere sermeyi istikrarla sürdürmüştü.
Ringde kendine has stili şüphesiz onun daha fazla dikkat çekmesine sebep oluyordu.
“Bak bak, sanki raks ediyor!” diyordu onu hayranlıkla izleyenler.
Rukeli sanki kafasında kıvrak bir kemanın çaldığı Roman havasını duyuyor ve bir dans koreografisine uygun şekilde hareket ediyormuş izlenimini uyandırıyordu.
14 mühim maçı kazandıktan sonra Rukeli’yi Almanya şampiyonu ilan etmek durumunda kaldılar.
Rukeli intikamını bir şekilde almıştı, lakin kısa zamanda paye elinden alındı. Gene ırkçılık baskın çıkmış ve “Alman profesyonel boksunu rezil etmesinden dolayı” gibi abuk subuk bir mazeret uydurulmuştu.
Çarpık Ari ırk hezeyenları geçirmeye çoktan başlanan Almanya’da ırkçı yasalar yürürlüğe girince tahmin edilebileceği şekilde başkalarıyla birlikte Romanlar da aşağılanmış, gerisi çorap söküğü gibi gelmişti.
Naziler’e meydan okuyan boksör
Halen devam etmekte olan 82. Venedik film festivali programında gördüğümüz Rukeli adlı kısa film bizi hayat dolu bir sporcunun trajik yaşamına dahil ediyor.
Yönetmen Alessandro Rak 2025 İtalya, İsveç ortak yapımı 6 dakikalık filmde Holokost kurbanı olmuş Romanlar’ın hikâyesi bir kez daha gözümüze sokuluyor.
Yapay zekâ ürünüymüş gibi görünen siyah beyaz animasyon filmi kısa sürede seyirciyi kavrıyor. İtalyanca dilinde olsa da isyankâr Rukeli’nin ağzından dinlediğimiz hayat hikâyesini izlerken adeta bir Roman destanına şahit olurmuş hissine kapılabiliyoruz. Peş peşe ve hızla sıralanan anekdotlar kahramanımızın kıpır kıpır varlığıyla özdeşleşiyor, bir fırtına gibi eserken Naziler tarafından nasıl defalarca engellendiğini ve akabinde başına gelenleri, gururlu, onurlu ve aynı zamanda alaycı bir sesten dinliyoruz.
Genelde Yahudiler’in yok edildiği soykırım olarak tanınan Nazi eseri Holokost’un Romanlar’ın yanı sıra eşcinselleri, “sakat”larla rejim muhaliflerini de hedef aldığını çağrıştırması da filme değer ve ayrıca güncellik katıyor.
Ne de olsa son senelerde Filistinliler’e karşı soykırımla suçlanan İsrail devletine veryansın edenlere çarpık bir zihniyetle Yahudi düşmanlığı yaftası yapıştırılırken Holokost, hâlâ milliyetçilerin çirkin emellerine alet edilebiliyor.
Kamp zulmü
Rukeli’nin muhteşem varlığının ateş gibi enerjisi fotoğraflarından bize layıkıyla yansırken eşi Olga ve küçük kızı Rita’yla yollarını ayırmak zorunda kaldığını da filmden öğreniyoruz. Anneden Alman olması yetmediği için kızının Roman kanı ortaya çıkmasın diye evliliğini sona erdiren Rukeli ailesinden ilelebet ayrılmak durumunda kalıyor. Ari ırktan sayılmayanların üreyip çoğalmaması için Rukeli’nin hadım edildiği de filmde duyduğumuz vahşetlerden biri.
Wittenberg ve Neuengamme Nazi kamplarında tutulmuş, işkence görmüş Rukeli insanların diri diri yakıldığını da bize bir kez daha hatırlatıyor.
Bir deri bir kemik kalmış, formda olduğu zamanlara göre 40 kilo kaybetmiş Rukeli tutulduğu kamplarda gene de dikkat çekmeye devam ediyor, Almanya’nın boks şampiyonu mazisinden ötürü ilgi odağı olmayı sürdürüyordu.
Aslında tanınmaz halde olmasına rağmen kampın eskiden amatör boksörlük yapmış gardiyanı Emil Cornelius da onu tanıyarak gözüne kestiriyor. Ezilmişlik ve kösteklenmişlik duygularını tatmin etmek için, garanti olduğuna inandığı zafer adına Rukeli’yı dövüşe davet ediyor.
Filmde olanları kahramanımızın ağzından dinlemeye devam ederken “Beni dövmeye pek bir hevesliydi!” cümlesini müteakiben Rukeli’nin esir sıfatıyla maça hayır demesinin imkânsız olduğu da bize hatırlatılıyor.
Kaybedecek hiçbir şeyi kalmamış Rukeli’nin, boks eldivenlerini giymesiyle içindeki kaplan uyanmış, sanki o keman sesini tekrar duymuştu: “Ari ırk mı daha güçlü yoksa bir “çingene” mi, görürsün!” diyerek rakibini yere sermişti: “Ağzında diş bırakmadım!”
Meseleyi en basit, hızlı ve etkili şekilde yansıtma misyonunu üstlenmiş filmde bize aktarılmasa da Cornelius’un Rukeli’yi intikam için bir sonraki karşılaşmalarında ölesiye dövdüğünü tarih kaynaklarında okuyabilirsiniz.
Tüm dünyada olduğu gibi, medeni geçinen Avrupa ülkelerinden İtalya’da Romanlar’a karşı ırkçılığın bitmediğini de filmin sonunda bir kez daha idrak ediyoruz. Yönetmen Rak filmini Napoli’de Romanlar’ın tutulduğu Giugliano kampında tecrit edilmiş ve 2024’te ırk ayrımcılığı kurbanı olarak vefat etmiş çocuk yaştaki Michelle Seferoviç’in anısına ithaf ediyor.
(RL/EMK)