Son derece vahim sonuçlar üretmeye müsait tarihi bir evreden geçtiğimizin farkında mısınız?
Ülke sadece ekonomik göstergeleriyle maddi anlamda bir tehdit altında değil, bunu yaşarken zihinsel bir tepetaklak gidişin olduğunu da görmek gerekiyor. Bunu hukuk, siyasi etik ve ahlak açısından herkesi tedirgin eden son tutuklama görüntülerini hatırlatmak amacıyla söylüyorum.
Sorunun çözümünü asıl güçleştiren durum bu.
Elbette asıl gereken koşul, demokrasinin olması. Ama bizler ezelden beri ne kadar demokrasi ile yaşadık ki? Asıl sorun demokrasi sandığımız olgunun göstermelik olmasının farkındalığı.
Bunun yarattığı umutsuzluk toplumsal devinimi kısırlaştırıyor ve düzenini bu yapıdan beslenerek güçlendiren bir otokrasiye mahkûm bırakıyor.
Ama bu durum hemen olmadı, hatta son 23 yılın eseri olarak karşımıza dikilmedi. 1980 darbesini yaşayan zamanın genç kuşakları hatırlayacaklardır, ülkece demokratik hakların törpülenmesi bundan sonra olacak olanlara yıkılmaz bir kötü miras hazırladı. “Her şey sermaye için, kahrolsun liberalizm düşmanları” diyerek devlet zoruyla hukuk ve emeğin hakları törpülendi. Siyasetin ruhunu kapitalist sömürüye tamamen teslim etmesi o anda başladı, yok edilmesi için solun üstünde tepindiler. Sonunda olacak olan buydu.
Adil bir gelir dağılımını ve üretimin bununla paralel artmasını beceremeyenler hem sınıflar arası hem bölgeler arası eşitsizliği çoğaltarak, kullandıkları ayrımcı enstrümanları da zamanlamasını iyi yaparak siyasi yapının üstüne boca ettiler. Zihinleri bulandırarak etnik ve dini gruplar arasında aşılması güç toplumsal duvarlar örüldü. Bunu siyasetin sürdürülebilirliği açısından rasyonel bir çözüm gibi kullandılar. Tek tipleştirme ve itaat kültürüne dayalı bir eğitim modeli ile de bunun toplumsal dayanağını yaratmaya çalıştılar.
Buradan çıkan sonuçlardan biri, güçler ayrımının olmadığı bir kurumsal çürüme, ikincisi çalışanı ve emeklisiyle mağdur bırakılmış bir toplum, üçüncüsü geleceğin güvencesi olacak çok yönlü güçlü bir üretim altyapısı ve toplumsal refahı besleyecek güçlü bir ekonominin noksanlığı.
Bütün bunların siyasi farklılığı yansıtan taraflar arasında çoğulcu bir yaklaşımla özgürce tartışılması ve demokratik mücadele içinde çözümün bulunması gerekirken normal olandan uzaklaşılması endişe verici. Bu savrulma her açıdan çözümsüzlüğü, tıkanmayı da doğuruyor. Siyasetin ve ekonomik hayatın bütün katmanlarına sıçrayan keyfilik, ortaklaşmadan uzaklaşma ve aykırılık süreçleriyle artan zıtlaşma, toplumun yönetimi açısından sorunu derinleştiriyor.
Toplum olarak itaat ve korku arasına sıkışmış haldeyiz. Kendini kollamak ve gelecek tehdidi göze alamamak adına oluşan davranış şekli her toplumsal kesimde kendini gösteriyor. Amirinin gözüne girerek terfisini güvence altına alan memurdan tutun, en üst kademedeki bürokratına kadar devlet içindeki her yapıda bu kendine göre şekillenmiş çarpık düzenleşmenin yerleştiğini görürsünüz. Kuralların kuralsızlaşması diyebileceğimiz bu durum, devletin kurumlarına olan güvensizliği her alanda yaratarak, düzenin kendisi bir itaat dayatması olarak rejime biçim veriyor.
Bu türden sistemlerin tarihselliği her detayda benzerlikler taşır. İçinden geçtiğimiz küresel ve bölgesel sıkıntıların ağırlık merkezi, başka deyişle mihveri sayılacak kapitalizmin varoluş kavgası, geçtiğimiz bu zorlu süreçte ne kadar halkların huzura kavuşmasına elverişli koşullar yaratıyor, ondan emin değilim.
Aksine bir tezi savunmak aklınızdan geçmemeli. Ancak, demokratik geleneği zayıf bir geçmişimiz varken, üstümüze yüklenmiş böyle bir rejimin altında ezilmeye devam edecek miyiz yoksa bir çözüm yolu bulabilecek miyiz? Bundan emin olmak istiyorum.
Burada yaşadığım çekince idrak etmek ile eylemlilik arasındaki farkın açılmasından duyulan bir endişe.
En son örnekte, İzBB ile DİSK’e bağlı bir sendika arasında yaşanan anlaşmazlıkta görüldüğü üzere kitlelerle bağını tam kuramamış, örgütsel bütünlüğüne emek tarafının sesini katamamış bir sosyal demokrasi ne kadar sahicidir sorusuyla hesaplaşmak zorundayız.
Siyaset yapmanın ve katılımcı bir demokrasiyi inşa etmenin bütün zorluklarını anlayarak, yapılabilecek olanın en iyisini bulmak hepimizin görevi olmalı.
Türkiye’mizi bu çıkmazdan kurtaracak yolları sağ duyulu ve çağdaş toplumcu bir modelle ve demokrasiyi de inşa ederek bulacağız.
(AG/VC)