“Ben sadece bir anneyim. Çocuğumu varoluşuyla birlikte koşulsuz seven, yargılamadan dinleyen, hayatı boyunca yalnızca yanında yürümek isteyen bir anneyim. Pazar günü, 23. İstanbul Onur Yürüyüşü sırasında, aralarında benim evladımın da bulunduğu 53 çocuğumuz gözaltına alındı. Tek yapmak istedikleri, varoluşlarını onurlandırmak, birbirlerine sahip çıktıklarını haykırmaktı.
Gözaltı haberini saat 15.00 sularında aldım. Çocuğuma tekrar ancak ertesi gün saat 17.00’de kavuşabildim. Avukatlarının Vatan Emniyet’e girişi engellendi. Dayanışmayla gönderilen yiyecekler çocuklara ulaştırılmadı. Avukatlar beşerli gruplar halinde içeri alındığı için ifadeler sabaha kadar alınmadı. Çocuklarımız, ters kelepçeli olarak insanlık dışı koşullarda bekletilip hastaneye götürüldüler, ardından emniyete götürülüp, ‘mevcutlu’ tutulmalarına karar verildi ve geceyi nezarethanede geçirmek zorunda kaldılar. İşlemleri sonraki güne bilerek bırakıldı. Ertesi gün adliyeye sevk edildiler.
Maalesef üç çocuğumuz özgürlüklerine kavuşamadılar, tutuklandılar. Kalan tüm çocuklarımız serbest bırakıldı ama üzerlerine bir özgürlük değil bir yasak bırakılarak. Yurt dışına çıkış yasağı… Adliye önünde sadece çocuklarımızı bekliyorduk. Onlara sarılmak, özgürlüklerine kavuşmalarını alkışlamak istedik. Ama çevik kuvvet tarafından ablukaya alındık. Alkışlamamız, sarılmamız, beklememiz, hatta susarak orada durmamız bile suç sayıldı. Dağıtılmak istendik.

LİSTAG: Gözaltına alınan çocuklarımızı yalnız bırakmayın
“Tüm bunlar cesaret istiyor”
Ben yalnızca bir anneydim orada. Eşit, özgür, insanca bir hayat talebinden başka arzusu olmayan çocuğumun yanında olmak için oradaydım. ‘Biz de buradayız. Hayattayız. Herkes gibi yaşamak istiyoruz,’ demekten başka bir şey istemeyen çocuğum için. Ama yalnız değildim. Yanımda kendi çocuklarının haklarını savunmak için orada olan LGBTİ+ anneleri de vardı. Ve bizimle omuz omuza duran dostlar. O kalabalığın içinde dayanışmanın, birlikte olmanın gerçek gücünü hissettim. Bu güç, bana yalnız olmadığımı yeniden hatırlattı.
Ne yazık ki bugün Türkiye’de bir LGBTİ+ çocuğun annesi olmak büyük bir cesaret istiyor. Çünkü çocuklarımız sistematik olarak her bir yeni güne okullarda, hastanelerde, sokakta, işyerlerinde ayrımcılığa ve dışlanmaya maruz kalarak başlıyorlar. Biz aileler, en çok da bu adaletsizliğe karşı çıkıyoruz. Toplumdaki önyargıları kırmak, sessizliği bozan ilk ses olmak, bazen yalnız kalmayı göze almak… Tüm bunlar cesaret istiyor.
Yine de gözaltına alındıklarını öğrendiğim anda içime bir ateş düştü. Kalbim sıkıştı, nefesim daraldı. Bir çocuğu sevmek, onu olduğu haliyle kabul etmek yetmiyor bazen. Onu koruyamamanın, neler yaşayacağını bilememenin tarifsiz acısıyla baş başa kaldım. Çocuğumu desteklemekle beraber, ona reva görülen adaletsizliği gördükçe kaygılarım büyüdü. Sürekli başına başka neler gelebileceğini düşünüp onu nasıl koruyacağımı bilememenin yükünü taşıdım, taşımaya da devam ediyorum.
Don Kişot
Bazen kendimi Don Kişot gibi hissediyorum. Yel değirmenlerine karşı savaşıyormuşum gibi. Önyargılarla, nefretten beslenen yapılarla, kocaman bir sessizlik duvarıyla mücadele ederken… Güçlü durmaya çalıştıkça yoruluyorum. Ama vazgeçmiyorum. Çünkü bu mücadele yalnız benim değil, çocuğumun, onun arkadaşlarının, gelecekte bu topraklarda kim olduğunu saklamadan, korkmadan, onurla yaşamak isteyen her bir çocuğun mücadelesi.
Çünkü bir gün bile susarsam, onların sesine haksızlık etmiş olurum. Çünkü çocuklarımızın hak ettiği hayat, bugünün sessizliğini kırmamıza bağlı. Çünkü biliyorum ki, bir annenin sevgisi bazen en büyük dönüşüm gücüdür. Ve çünkü yalnız değilim. Yanımda çocuklarım, yanımda benim gibi yorgun ama inatçı anneler, yanımda kalbinde adalet taşıyan insanlar var. Ben bu yüzden vazgeçmiyorum. Sesim titrese de konuşmaktan, elim yorulsa da yazmaktan, kalbim kırılsa da inanmaktan sessizliğin suç ortağı olmayacağım ve kimse, çocuğunu seven bir anne olarak sessiz kalmamı beklemesin benden.” (NT/TY)